Hepimizin sevdiği ve vazgeçemediği bazı alışkanlıklar vardır. Benim de var tabii. Tiyatroyu çok severim. Bir ülkeye seyahat ettiğimde, daha ilk günden tiyatro arayışına başlarım. O ülkenin dilini bilsem de bilmesem de en az bir tiyatro oyununu seyretmek isterim. Neden mi? Çünkü, tiyatronun güçlü bir kültür taşıyıcısı olduğuna inanıyorum. Bir ülkeye ait gelenekleri, aileye yüklediği anlamı, yalnızlığı, kavramların altındaki çürüyüşü veya yükselişi tiyatro oyunlarında görebilirsiniz. Bugüne kadar birçok tiyatro oyununa konuk oldum. En sevdiklerim arasında tartışmasız, Kazakistan tiyatrosu var. Yaklaşık 2 ay önce Kazakistan’da bir tiyatro oyunu seyrettim: Adı, Yalnızlık. Henüz etkisinden çıkabilmiş değilim. Oyunun sonunda ana kahraman öldü, ruhu bedeninden ayrılıp ebediyete doğru yürürken omzundaki heybeden dökülüp etrafa saçılan elmalar hiç çıkmıyor aklımdan. Ne büyük imge ama! Oyun bitince senaristin yanına gittim, kendisi çok sevdiğim bir dostumdur. “Neden elma, neden başka bir meyve değil?” diye sordum. “Sence neden?” diye karşılık verdi bana. Ben de şimdi “Sizce neden?” diye sormak istedim ve bu yazı işte böyle başladı.
Her elma, ana karakterin ölümünden önceki anları, yani onun hayatındaki anıları temsil ediyordu. Oyundan çıkarken elmalardan birini anı olarak almak istedim ve sonra şöyle düşündüm, “Keşke bozulmayacağını bilseydim ve yıllarca saklayabilseydim. Ama bu elmaların bile sınırlı bir ömrü var.” Şimdilerde Kazakistan’dayım. Elmanın anavatanı olan bu topraklardan, size Türk dünyasında elmaya yüklenen nice anlamdan söz etmek istiyorum.
Haydi, önce sizinle Türkiye’ye, çocukluğumuza, gidip çocukluğa bulaşalım! Keloğlan ve Sihirli Elma masalını bilir misiniz? Hayal edin, kıpkırmızı elmaların olduğu bir ağaç görüyorsunuz. Ağaçtan bir elma koparıyorsunuz, o da ne! Kopardığınız yerden yeni bir elma çıkıyor. Ama bu elma ağacının bir kuralı var. Elmaları ihtiyacı olanlarla paylaşırsan sana elma vermeye devam ediyor, paylaşmazsan da seni hasta ediyor. Bak işte, tiyatroda anı olan elma şimdi oldu mu sana cömertlik öğüdü! Peki ya Kırgızların ünlü destanı olan Manas destanındaki elmalığa ne demeli… Şimdilerde tüp bebek tedavilerine milyonlar harcanırken, Manas destanının ana karakteri annesinin elmalık yerde yuvarlanmasıyla doğuverdi. Bak şimdi de bizim elmalar doğurganlık sembolü oluverdi gördün mü! Her şeye burnunu sokan elma aşktan geri durur mu hiç… Genç erkeklerimiz kalplerini kaptırdıkları güzel kızlarımızı, “Elma gibi kırmızı yanakları var” diyerek onurlandırmış, aşklarını da elmaya karıştırmışlar. Bizim elmaların her masalın sonunda, olduk olmadık yerlerde, başımıza düşmeleri de cabası. Sağım solum önüm arkam elma! Ah, aklıma gelen başıma gelir mi dersiniz? Yer çekimini başına düşen elmayla keyfeden Newton da Türk çıkmasın! 🙂